İlhami Algör’ün okuduğum ilk kitabı. Önce filmini izlemiştim
kitabı okumak daha sonra kısmet oldu. Aynı doğrultuda gidiyor neredeyse ama
belli başlı noktalarında ciddi ayrımlar var. Dil olarak aynı, garip ama
okuyanını, izleyenini sarıyor kendine. Her ikisini de beğendim, her ikisinde
gördüğüm farklı Müzeyyen yorumlarını… Kitap ve film erkek kahramana odaklanıyor ama sanırım ben kadına
odaklandım. Filmde Sezin Akbaşoğulları
ve Erdal Beşikçioğlu başrolleri paylaşıyordu. İkisinin de oyunculuklarını,
karakterlere bürünüşünü izleyici olarak sevmiştim. Filmde birebir Müzeyyen ile
karşılaşabiliyorsunuz tüm o gizemli halinin belirsizliğinin yanı sıra var
edebiliyorsunuz fakat kitapta Müzeyyen daha flu. Hem filmde hem de kitapta
erkek kahramanımız kendiyle konuşmayı seviyor. Belki de Müzeyyen’e açık
konuşamadığı kadar konuşuyor kendisi ile. Edebi bir dilden ziyade daha sokak
ağzı, ironik bir dili var romanın filmde yönetmende bu dili pek değiştirmemiş,
iyi de olmuş bence.
“…
Sonra, ‘ikili’lerden birine, üçüncü biri katılır ve böylece
bazıları anlar ki, asıl olan birdir ve bir esastır. Fakat nedense bir’i yarım
sayar ve iki yaparak tamamlamaya çalışırlar. İki lanet bir sayıdır, kendine
yetmez, hep üçe koşar ve sonra sil baştan.”
Sonlar meçhul, Müzeyyen’e ne oldu acaba neden kalkıp gitti?
Daha önce giden geri mi gelmişti yoksa bir bütün olmaktan, birken iki olmaktan
mı sıkılmıştı Müzeyyen… Belki de sadece”
bitse ne olur bitmese ne?” diyip gidivermiştir.
Seda Mit’e ait olan kapak resmi ve kitabın içindeki desenler
bir bütünlük sağlamış hikâyeyle. Her ne kadar film kitap odağı karışmış bir
yazı olmuş olsa da her ikisinin de yeri ayrı ben de özellikle filmin. Yaratılan
Müzeyyen’in… Belki de pek bir benzettiğimdendir kendime. Şu pasajına da yer
vermeden geçemeyeceğim sanırım;
“Aynadaki kadın benim zıttım” demişti. “ben ne kadar ev
haliysem o, o kadar sokak. Ben sokulgan isem, o başını alıp giden. Ben
gündüzüm, o gece… Çapkın, güçlü, özgür.”
Keyifli okumalar ve izlemeler…
Yorumlar
Yorum Gönder