St. Pierre Han, işletme hakkı 2011 yılında Bahçeşehir Üniversitesi'ne geçen, 2021 yılında ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından restorasyon çalışmaları kapsamına alınan bir mekan. İstanbul'daki yaşama 1700'lü yıllardan milenyum yıllarına kadar farklı biçimlerde katkıda bulunmuş yerlerden biri. Banka, lojman, mimarlık ofisi, torna ve metal atölyesine kadar sayısız meslek grubuna ev sahipliği yapmış. Bu ev sahipliğinden de oldukça yıpranmış ve yorgun düşmüş.
Yakın zamana kadar atıl bir şekilde duran St. Pierre Han, şimdilerde restorasyon sürecinde ve bu süreç içerisindeyken meraklılarına da gezi fırsatı sunmakta. ibbmiras sosyal medya hesaplarından ulaşıp kayıt yaptırarak, sizler de bu gezilere katılabilirsiniz. Hem hafta içi hem de hafta sonu düzenleniyor. Gelen konuklara bir anlatıcı ve üniversitenin öğrencileri eşlik ediyor.
19 Aralık tarihinde katıldığım gezide ise bize Umut bey eşlik etti. St. Pierre Hanı'ın hem tarihsel hem de mimar açıdan yaşadığı süreci anlattı. k olarak bu tarihsel süreç içerisinde pek çok meslek dalına da ev sahipliği yapmış olan mekan, bence entelektüel kişilerin keyifle gezeceği bir yer. Şimdiki halini görüp bir de restore edildikten sonra gidip o mekanı gezmek ise apayrı bir deneyim olacaktır. Umarım, mekanın dinamiğine ve geçmişine bağlı bir çalışma ile günümüze kazandırılır.
St. Pierre Han, aslında tek başına olan bir yer değil, arkasındaki manastır ve aynı isimli kilise ile doğrudan bağı olan bir mekanmış geçmişte. Yanlış hatırlamıyorsam 1700'lü yıllarda ahşap bir bina olarak Galata'nın eteklerine kurulan bu bina bir dönem ev olarak da kullanılmış, hatta arkadaki kilisenin vaftiz kayıtlarının da desteklediği bilgiye göre Fransız şair André Chénier'in 1762 yılında bu binada dünyaya geldiği düşünülüyor.
İstanbul tarihine meraklı olanların bildiği üzere o dönemlerde İstanbul'da çok fazla yangın çıkıyor ve çıkan yangınlarla bu bina da yanıyor ve ardından kesme taştan yeniden inşa ediliyor. Binanın işlevinin değişmesi, hâlihazırda mekanın yeterli gelmemesi ile dışarıdan da bakıldığında fark edilecek bir kat çıkılıyor. Bu defa ise kesme taş değil, tuğla kullanılarak bir kat daha kazanılıyor.
Binanın mimarisinin fiziksel olarak yaşadığı bu sürecin yanı sıra içerisinde de hep bir devinim söz konusu. Ev, manastırın keşişlerine misafirhane, banka, zamanının önde gelen mimarlarına ofis... Ve ne yazık ki günümüze doğru ise torna ve metal atölyesi. Sanırım binayı en çok yıpratanlar bu son iki meslek grubu olmuş.
Katlar arasında gezdikçe ve duvarlardaki, tavanlardaki işlemeleri gördükçe benim içim kıpır kıpır oldu. Bütün o koridorlarda yaşananları hayal ettikçe bu kıpırtı ise artıkça arttı. Bir pazar sabahının yağmurlu ve buz gibi havasının üstesinden bu heyecan sayesinde geldim sanırım.
Bu güzel geziden geriye bana pek çok bilgi, fotoğraf ve anı kalmış oldu. Gezide hoşuma giden bir diğer nokta ise çocukları ile gelen aileler oldu. Pandemi nedeniyle çok kalabalık olmayan grubumuzda yaşları muhtemelen 6 ile 9 arasında iki çocuk vardı. Biri anne babası ile diğeri ise annesiyle, pazar sabahının o soğuk ve yağmurlu havasında Galata'nın aşağısında sıranın bizim grubumuza gelmesini heyecanla beklediler. İçine girdikleri binanın tarihsel bir yer olduğunun farkında ve oraya saygılı bir şekilde bizimle gezip meraklı gözlerle anlatılanları dinlediler. Onları oraya görmek bana da umut aşıladı açıkçası.
Katılırsanız şimdiden sizlere de keyifli geziler dilerim. 🐾
Yorumlar
Yorum Gönder